Halay ve türküden daha somut ve rasyonel birleştiricilere ihtiyacımız var
Müzisyen olduğunu düşünmüyor. Arkeolog olduğunu da. “Hayatta
istediğim şeyleri yapmak istiyorum, hepsi bu kadar” diyecek kadar ne olduğunun
farkında. Ben onu Redd çatısı altındaki performansı dışında, en çok twitter’dan
tanıyor, takip ediyorum. Ne twitter’da ne başka yerde dilinin kemiği yok.
Kendini ispatlamanın telaşında değil. “Ben yapmak istediklerimi yapınca var
olan biriyim, başkalarının istediklerini değil” diye açıklıyor.
Grup olarak muhalif duruşlarıyla herkes gibi Redd de
tepkilerden nasibini almış. Bir anektod olarak, Hrant Dink için yazdıkları
şarkının videosunu Facebook’a koyduklarında sayfa üyelerinin bir anda
azaldığını anlatıyor. Bu konuda tavrı
net: “Nereye giderlerse gitsinler, hangi sanatçıya sığınırlarsa sığınsınlar,
bizden uzak durmalarında bizim açımızdan bir mahsur yok.”
Bu ülkede “iyi ki böyle adamlar da var” dediğim Güneş Duru
ile konuştum. Söyledikleri -ve bence bundan sonra söyleyecekleri- kıymetli.
Kulak verin derim.
Röportaj: Melisa Kesmez
Jiyan
Twitter’dan takip ediyorum sizi. Memleket gündemi en az
benim kadar sizin de yapışmış yakanıza. Nasılsınız?
Sabah buraya gelmeden yine twitter’a baktım. Benim takip
ettiğim insanlar genelde senin gibi benim gibi insanlar. Düşüncelerinden
hoşlanmadığım insanları pek takip etmiyorum. Ama kendim de dahil olmak üzere
herkesten o kadar sıkıldım ki! Aktivizm sabahları kepenk kaldırıyor, sonra
yatana kadar dükkan açık kalıyor.
Korkunç bir gündem var Türkiye’de. Olan bitene bir çift laf
etmek gerekiyor, buna sözüm yok. Ben de yapıyorum aynı şeyi. Ama bir yandan ben
dahil herkes aynı şeyleri tekrar edip duruyoruz. Ben de insanların kafasını
şişiriyorum. Çok konuşuyoruz ve hiçbir şey yapmıyoruz gibi bir durum var.
Sizce bir yere varmıyor mu sözlerimiz?
Geçtiğimiz günlerde birkaç televizyon programına katıldım
ve gerçekten söyleyecek yeni bir şey
bulamadım. Belki söyleyecek tonla şey var ama o kadar bir işe yaramadığını
düşünmeye başladım ki! Bu kadar gürültü
koparırken aslında küçük bir kalabalık olduğumuzu ve bu gürültünün neredeyse
tamamının bu kişilerce çıkarıldığını farkediyorsunuz. Kalabalığın içindeyken
sesler dışarıya göre daha yüksek duyuluyor sadece.
Hrant Dink’in ölüm yıldönümünde binlerce insan sokağı doldurdu.
Gerçekten dediğiniz kadar az mıyız?
19 Ocak’ta toplanan kalabalığa aldanmamak lazım. O
kalabalığı farklı iradelerin katılımı meydana getiriyor. Çok duygusal
nedenlerle bu kalabalığın içerisine girenler de var, meseleyi son dakikada
anlayıp gelenler de var, vicdan ve adalet duygusuyla hareket edenler de var,
AKP muhalifleri de var. O günkü toplaşma kompozit bir toplaşmaydı. Yarın
Ermenilere destek vermek için soykırımla ilgili bir yürüyüş olsa bu kalabalığın
herhalde yüzde biri bile gelmez. Kendimizi kandırmayalım.
Yürüyüşle ilgili olarak twitter’a şöyle yazdınız: “Faşizme
inat kardeşimsin Hrant”ı saçma buluyorum. İnat uğruna mı kardeş oluyoruz?
Anlamak ve aynı hissetmek için kardeş mi olmak gerekiyor. Arkadaş, arkadaşları,
gazeteci arkadaşları gibi kavramlar da aynı şekilde… Kutu kutu pense mi
oynuyoruz?”…
Hrant’ın arkadaşları mevzuuna inanmıyorum. “Kardeşimsin
Hrant” mevzuuna da inanmıyorum. Çünkü Hrant’la kardeş de olmamız, arkadaş da
olmamız gerekmiyor onun yanında olmak için. “Faşizme inat, kardeşimsin Hrant”
sloganını da saçma buluyorum; inat üzerinden ilişki kurmak bana akılcı
gelmiyor. Ayrımcılık, ırkçılık, şiddet ve baskı ile savaşmak için inatlaşmak;
ezilen ya da haksızlığa uğrayanları savunmak için kardeşlik bağı kurmamız
gerekmiyor. 19 Ocak’taki yürüyüşte en çok buna takıldım ben. Her şeyin
içerisinde maalesef popülizm var.
Gazeteciler meselesinde yine benzer bir durum var. ANGA
“Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları”. Bu çatı altında toplanmanın iyi
niyetli olduğunun farkında olmakla birlikte buradaki meseleyi mesleki
faaliyetin ötesinde görüyorum. Buradaki sorun elbette fikir ve ifade
özgürlüğüne yönelik ve tabii ki basın özgürlüğünü ilgilendiriyor ama aynı
zamanda çok tartışmalı TMK uygulamasına da ilişkin. Ve bu durumun kurbanları sadece Ahmet ve
Nedim değil. Bu durumda olan o kadar çok insan var ki. Bu meseleyi “arkadaşlık”
ve bir meslek grubuyla sınırlandırmak da bu açıdan doğru gelmiyor bana.
Sağı karalarken, solu aklamak çok kolay değil bugünlerde…
Aynen öyle. İkisinin farklı noktaları elbette var ama ortak
noktaları da var. Herkes bugün popülizmden payını almış vaziyette. Solun içinde
de diğerlerine tepeden bakan farklı gruplaşmalar var. Bu “holier than thou”
tavrı, etkin ve bütünleşmiş bir hareketi engelliyor. Hrant’ın arkadaşları buna
dahil. Hrant Dink’ten çok arkadaşlarını tanır, bilir, görür olduk. Sürece fayda
sağlamadıklarını söylemek haksızlık olur. Sadece ben “organik” sıfatlardan ve
bununla oluşan sınırlı “aktivist çemberi”nden rahatsızım. Bir sorun etrafında
söylemi sadece belli bir grup kurguluyor. Böylece hem mesele dar açılara
hapsoluyor hem de aslında sadece dar bir çevre tarafından sahipleniliyor,
yaygınlaşmasına müsaade edilmemiş oluyor.
Bunu söylerken bilhassa birinden söz etmiyorum ama
adını bir yerlerde geçirme telaşı da
görüyorum ben bunun içinde…
Sizin müzisyen kimliğinizin yanı sıra sözünü sakınmayan
aktivist kimliğiniz de var… Bu ikisi birbirini nasıl etkiliyor?
Öncelikle ben kendimi müzisyen olarak görmüyorum. Müzisyen
olmak başka bir şey. Kim kendini müzisyen olarak görmek istiyorsa o görsün.
Müzisyenlik bana sıkıştırılmış, sınırlandırılmış bir kavrammış gibi geliyor.
Ben 20 yıldır arkeolojiyle uğraşıyorum. Bu işe yoğun bir mesai harcıyorum. Bir
yandan doktora yapıyorum. Yazılar yazıyorum. Ama arkeoloğum da demiyorum. Yoğun
bir hayatım var. Ve o yoğunluk içinde müzik benim için varoluşsal bir şey.
Hayatta istediğim şeyleri yapmak istiyorum, hepsi bu kadar. “Siyasi müzisyen”
kavramını da tartışılır buluyorum. Bugün içinde bulunduğumuz ortam itibariyle
rahatsız olduğum şeyleri dile getiriyorum ben. Çünkü herhangi bir konuda
rahatsız olduğum şeyleri söylemekten geri durmayan bir insanım. Benim hiçbir
konuyla ilgili olarak dilimin kemiği yoktur. İçinde bulunduğumuz ortamda
yaşananların şiddeti de siyasilik dozunu belirliyor. Bir yandan şunun da altını
çizmekte fayda var “düşünmek politik bir eylemdir”. Nitekim, siyasetin tutulan
takımın maçına gider gibi arada sandığa gidip oy vermekten daha kapsamlı
algılanması gerektiği de şüphesiz.
Hep muhalif biri miydiniz? Nasıl bir aile ortamında
büyüdünüz?
Bizim ailemizde muhalefet ya da iktidar gibi kavramlar yok.
Herkesin söz söyleme hakkı vardı, hala
da öyle. Bize hiçbir şey dayatılmadı. Dolayısıyla aileye karşı isyan etmek,
muhalif olmak gibi bir durum olmadı hiç. Muhalafet, illa ki baskı ortamında
öğrenilecek diye de bir kural da yok tabii.
Muhalif kısmını
bilemem ama ben eleştirel biriydim hep. 2003 yılında bir arkadaşımla
birlikte “Arkeoloji Niye, Nasıl, Ne İçin?” diye bir çalıştay düzenledik daha
sonra da aynı adla hızla bir kitap yayımladık. Yaptığımız işle bir nevi
arkeolojinin güzel güzel giden tekerine çomak soktuk. Bir çok değerli
arkadaşımızın yazılarıyla katkı sağladığı bu kitapta “Türk Tarih Tezi’nden,
Ermeni soykırımına, arkeolojinin ne kadar ve neden devletçi olduğuna, elitist
ve korunaklı yapısından neden kurtulamayacağı gibi konulara yer verdik. Bu bana
mesleki anlamda çok pahalıya patladı, ama sorun değil. Ben yapmak istediklerimi
yapınca var olan biriyim, başkalarının istediklerini değil.
Siyasi bir duruşu olan ve ama asıl işi siyaset olmayan
kişilere çok sıcak bakılmıyor bu ülkede. “Sen işini yap, siyasete karışma”
tavrı müzikte de var. Size de tepkiler geliyor mu?
Elitizm perspektifinden söylemiyorum ama bu tür tepkileri
cahilce buluyorum. Siyasetin toplumsal hayatın parçası olduğunu görememekten
kaynaklanıyor. Müzik ve siyaset ise zaten kopuk iki alan değil, dünya müzik
tarihinde geriye doğru gittiğinizde bunu görürsünüz. Ancak Türkiye’de müzik,
eğlence sektörüne hizmet eden bir şey daha çok. Biz grup olarak bu tepkilere
aldırış etmiyoruz. Hrant için yazdığımız şarkının videosunu yayınladığımızda
altına bir sürü abuk sabuk milliyetçi yorumlar yapıldı. Ben o insanların Redd
dinlemesinden utanıyorum açıkçası. Bizi hiç anlamamışlar. Öyle bir videoyu
facebook’ta paylaştığımızda bir anda sayfa üyelerinin sayısı azalıyor. Nereye
giderlerse gitsinler, hangi sanatçıya sığınırlarsa sığınsınlar, bizden uzak
durmalarında bizim açımızdan bir mahsur yok.
İfade özgürlüğü gündemin en el yakan mevzuu… Sizi nereden
yakalıyor?
İçişleri Bakanı’nın sanat ve sanatçılarla ilgili
açıklamasından sonra, Harun, Aylin ve Burak bir metin hazırladılar ve hepimize
e-mail ile atıp imzalamamızı istediler. Orada imzası bulunan 140 kişiye
baktığım vakit, çoğunu hiçbir zaman hiçbir yerde görmediğimi farkettim. Bir gün
olsun bir konuda bir şey söylediklerini duymadım bu insanların.
İfade özgürlüğü sorunu sadece kitap yazan, haber yapan, üniversitede
hocalık yapanlar için varolan bir şey değil. Bu herkesi içine alan bir şey.
“Albümde şu şarkı sözünü geçirirsem, bunun dönüşü bana ne olur?” tedirginliği
ile iş yapıyorsan, mevzuyu sadece aşka ve arabeske bağlıyorsan, belli konulara
hiç bulaşmıyorsan demek ki bir sıkıntı var.
O 140 isimden bazıları kendilerini sadece sanatçı olarak
meşrulaştırmak için imza attı o metnin altına, “ben de sanatçıyım” demek için.
Ben çoğunu görmedim hiçbir yürüyüşte, eylemde, söz söylenmesi, ses çıkarılması
gereken başka bir yerde. Bir sonraki İçişleri bakanına kadar görüşürüz, biz
işimize gücümüze geri dönelim yaklaşımı kimseye bir şey kazandırmaz. Fikir
özgürlüğü iktidarın ve anayasanın değişmesini beklemekle kazanılacak bir kavram
değil. Bireylerin sınırları zorlaması, bu manasızlığın üzerine demokratik
yollarla gitmesi gerekiyor, zorlayıcı ve korkutucu bir süreç olabilir ama bunu
yapmak gerek…
Öfkeli misiniz olan bitene karşı?
Öfke ya da nefret duygum yok. Bunlar tehlikeli şeyler. Bu
duyguların ülkeyi ne hale getirdiğini görüyoruz. İktidar belli bir geçmişte
edinilmiş öfke ve nefreti, ileri demokrasi olarak ifade ediyor.
Peki umut var mı
sizin durduğunuz yerden bakınca?
Benim çok umudum yok. Sol içinde hep bir umut barındırır,
Muhalefet bir umut barındırır oysa… Hep bir “bir gün” göndermesi vardır solun…
Muhalefet bir umut barındırır oysa… Hep bir “bir gün” göndermesi vardır solun…
Aynen. Kimsenin hevesini kırmak istemem ama bugünden geçmişe
gidersek o “bir gün” ne zaman gelmiş? Böyle gidersek ne zaman gelecek?
Realite bu belki de…
Evet, bu realiteyi kabul etmek gerek. Türkiye’de sol, futbol
liginde sürekli düşmemeye oynayan bir takım pozisyonda. Küme düşmeyeyim de, bu
sezon da böyle geçsin modunda. Muhalefet de aynı şekilde. Böyle devam ettiği
sürece belki hiçbir zaman küme düşmeyecek ama en üst sıraya çıkmayı da
başaramayacak.
Türk solunun sıkıntısı
ne sizce? 19 Ocak’ta bile farklı fraksiyonların birbirinden rahatsız
olması gibi bir ruh hali vardı. Herkes kendi bayrağının altında yürümeye, aynı
sloganları atacağı grupların içinde olmaya özen gösterdi…
Türk solunu eleştirmek bana düşmez ama Türkiye’de Kutluğ
Ataman da kendine “solcu” diyebiliyor
sonuçta. Solu herkes kendince değerlendirebilir, ben bunu yapacak pozisyonda
olduğumu düşünmüyorum. 19 Ocak’taki yürüyüşte kulağımın arkasında avaz avaz
slogan atan biri vardı ve sürekli aynı şeyi söylüyordu. Söylediği şeyin benim
için bir anlamı olmadığı gibi aslında onun için de anlamı yoktu. Herkes oraya
kendini ifade etmeye gelmiş gibiydi. Ki bence bunun yeri orası değildi. Orası
beş yıl önce sokak ortasında vurulmuş bir gazeteciyi anmak ve yargı kararına
tepki göstermek üzere toplandığımız bir yerdi. Bunu unuttuğumuzu düşünüyorum.
1 Mayıs gibiydi 19 Ocak…
Evet, ama 1 Mayıs değildi ki. Gerçi işin şöyle bir tarafı da
var; Uludere olayı yaşandı ve bu kadar insan yürümedi. Bunun hayalkırıklığını
yaşayanlar bu dediğime eleştirel yaklaşabilir, sesini duyurmak için bu yürüyüşe
katılmış olabilir ve kısmen de haklı olabilirler. KCK’ya da, Uludere’ye de aynı
mesaiyi harcamak gerekiyor. Bu kalabalığa KCK’yı, Uludere’yi de anlatabilmek
gerekiyor. Basın bunu yapamıyor çünkü. Birilerinin anlatması gerekiyor. Bir
türlü bir araya gelemeyen alacalı bulacalı Türk solunun “ben daha devrimciyim”
kavgasını böyle bir ortamda gereksiz ve yersiz buluyorum.
Sol neyi yanlış yapıyor sizce?
Ben artık türkülerden, aynı
sloganlardan çok sıkıldım. Bunu söylediğim için beni elitizmle
suçlayanlar olacaktır ama halaya kim giriyorsa girsin, ben halay meselesinden
hoşlanmıyorum. Kafkas genlerimden ötürü gerekirse alâsını yapabilmekle beraber,
halay ve türküden daha somut ve rasyonel birleştiricilere ihtiyacımız var diye
düşünüyorum. Türküye ve halaya takık olduğum düşünülmesin tabi! Bu biraz da
işin şakası. Benim takıldığım solun değişmesi ve evrilmesi gereken muhafazakar
değerleri.
Geçenlerde bunları
twitter’a yazdığımda tepkiler geldi hemen. Birisi “ne önerirsin?” diye
sormuş. Ben sonuçta solun kanaat önderi değilim fakat netice vermiş eski
alışkanlıklar konusunda herkesin külahını önüne alması gerektiğini düşünüyorum.
Nitekim, iyi ki internet var; sosyal medya solun alışkanlıklarını biraz olsun
değiştirmekte ve açılımını hızlandırmakta faydalı görünüyor.
İsmail Saymaz işini kaybeden ve sosyal medyaya kayan
gazeteciler için “medyada hicret” lafını etti geçenlerde. Ne olacak bu
memlekette gazeteciliğin hali?
Türkiye’de her zaman “daha iyi” “daha dikkat çekici” “daha
okunacak” gazeteci bulunur. Nagehan Alçı’nın, Rasim Ozan Kütahyalı’nın
yükselişine bakarsak, Türkiye’de gazeteci olabilmek ve iyi bir yerlere
gelebilmek için çok akıllı olmanız gerekmiyor. Ben işlerinden olan
gazetecilerin bağımsız çabalarının çok sürdürülebilir şeyler olduğunu
düşünmüyorum. Bizim de bir blog’umuz var Redd olarak, kişisel tecrübelerimden
bildiğim kadarıyla kendi yayıncılığını yapmak kolay bir iş değil. Herhalde bu
işsiz gazeteciler alternatif bir yerde toplanacaktır. Bu kadar kişinin bunca
yıllık mesleki tecrübesi neticesinde ortaya yeni bir şey çıkartacak çevreleri
ve ekonomik bağlantıları vardır diye düşünüyorum. Medya holdinglerinin
risklerinden zamanında bahsedildi. Biz de bu risklerin nasıl birer birer
gerçekleştiğine tanıklık ettik. Sanırım bağımsız medyanın önemini ve
gerekliliğini tartışacak halimiz yok artık. Bireysel çaba ise böyle bir durumda
anlamlı, ama geçici bir çözüm.
Ormanda on kaplan gücünde olmamız icap eden bir ülkede, siz
de bir müzik grubu olarak kendinizi var ediyorsunuz. Hem popülersiniz, hem ödün
vermiyorsunuz. Nasıl oldu bu?
Biz çok satan bir grup değiliz. Konserlerimiz sadece büyük
şehirlerde çok ilgi görüyor. Bu durumu “siz biraz snob’sunuz, ondandır” diye
yorumlayan olacaktır ama buyursun öyle yorumlasın. Sonra da bizim şarkı
sözlerimize baksın. Bir şeyi sabun gibi köpürtüp popüler hale getirip, herkesin
bir anda çok sevmesini sağlamak kolay. Hemen yukarılara tırmanmak istemezseniz
ve içinizden sürekli yeni bir içerik kendini dışarı atmaya çalışıyorsa, kararlı
ve kimseyle çıkara dayalı bir ilişkiniz yoksa oluyor. Son olarak popüler
olmadığımızı rahatlıkla söyleyebilirim. Bizi seven tanıyor.
Redd gücünü en çok
şarkı sözlerinden alıyor sanki… Sound’un hakkını yiyemem ama grubun içinde
resmen bir şair yaşıyor…
Şarkıların sözlerini Doğan yazıyor. Küçüklüğünden beri
yazıyor Doğan. Yetenek denilen şeyi göz ardı etmemek lazım. Rock müzikte
bizimde arada tartıştığımız bir şey var; sözlerin önemi yok, sound daha önemli.
Sanırım Redd diğerlerinden burada farklılaşıyor. Sözleri önemsiyoruz.
Bir albüm var ufukta…
Doğum sancıları başladı mı?
Evet, çalışmalar devam ediyor. Albümün konseptini
tartışıyoruz şu sıra; nasıl bir konseptin altında bir araya gelecek sözler,
müzik… Nisan’da çıkacak. Yaptığımız en zor albümlerden biri. Üretim aşamasında
bizi çok zorluyor. 20 tane şarkı var. Bu şarkıların nasıl sunulacağı konusunda
sıkıntılarımız var. Deneyerek ilerliyoruz. Ama bu bir yandan iyi bir şey, demek
ki bir kırılma noktasına geldi Redd. Yepyeni bir şeyle döneceğiz, kim bilir?
Van’daki okulla ilgili son durum nedir?
İnşaatına havalar düzelince başlanacak. Sonbahara kadar
yapımı tamamlanacak. Önümüzdeki eğitim yılına yetişecek. Her şey takviminde
ilerliyor.
Devamı gelecek mi Van
için Rock konserlerinin?
Her yıl bu büyüklükte bir konser yapalım diye düşündük. Bunu
sürdürülebilir bir hale getirelim dedik. Herkes heyecanlandı ama herkesin kendi
işi gücü var. Hayata geçirmek zor böyle bir şeyi. En azından böyle bir şey için
bir gün tekrar kolları sıvarsak, tecrübemiz olduğunu ve bunu tekrar
başarabileceğimizi biliyoruz. Şimdilik durum budur.