HER ŞEY TANRILAR ÖYLE İSTEDİ DİYE
6 Nisan 2013, Birgün, sayfa 16.
Öcalan’ın mesajındaki İslamiyet bayrağı ve üç peygamber
vurgusu barış süreci boyunca tartışılacağa benziyor. Yıllarca etnik
asimilasyona direnen, üzerine zorla giydirilmeye çalışılan Türk kimliğini
reddeden Kürt halkı, Öcalan’ın mektubundaki “Türklerle Kürtlerin bin yıla yakın
İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna
dayanmaktadır” ifadesi, inanç eksenli bir asimilasyondan rahatsız olunmadığını
ve bir süre daha olunmayacağını gösteriyor. Peki, İslam ve üç peygamber
Kürtlerin ne kadarını ilgilendiriyor, bu kavramlar tarihsel geçmişlerinde ne
kadar önemli?
Konu üzerinden dönen tartışmalar bitmeyen bir meseleyi
aklıma getirdi. “inanç mı ekonomiden, ekonomi mi inançtan çıkmıştır” yoksa
aralarındaki ilişki meşhur yumurta-tavuk ilişkisi midir? Dost meclisinde ne
zaman bu tartışma açılsa referanslar artı üründen başlar, Sümer Rahip Devleti, Haçlı
Seferleri, Tapınak Şövalyeleri, derken Vatikan’a uzanır. Tartışma
hararetlendikçe örnekler pandülü durmaz, Eski Dünya’dan her şeyin müsebbibi
Amerika’ya salınır. Elbette tartışmanın merkezinde daha yerel bir mesele
vardır, AKP’nin kudreti nereden gelir, nelerden beslenir? Ekonomi ağırlıklı çıkarımlarla
türlü nedenleri sıralanır. Oysa listenin en başına Marksist reflekslerle
görmezden gelinen inanç faktörü vardır.
Tartışma her iki tarafın da mutabık kalacağı “din toplumların afyonudur” sözleriyle noktalanır.
Gelin bu sorunun cevabını günümüz akil dünyasından
uzaklaşıp 10-12 bin yıl öncesinde arayalım. Zaman yolculuğumuzdaki durağımız Mezopotamya
olsun. Koyun, keçi, domuz ve sığırın evcilleştirildiği bitkilerin kültüre
alındığı, daha başka her şeyin başladığı Dicle ve Fırat nehirlerinin bereketli
kıyılarına uzanalım.
Bu bölgede çalışan arkeologlar uzunca bir süre insanların
yerleşik yaşama geçmelerinin nedenini besin üretimiyle ilişkilendirmişlerdi. Arkeologlara
göre ilk yerleşik köy toplulukları tarımsal faaliyetlerle o kadar meşguldü ki,
karmaşık olmayan basit yapılarında ana odakları tarımdı. Ancak kazı çalışmaları
arttıkça bu toplulukların sembolik dünyalarına ilişkin şaşırtıcı buluntular
ortaya çıkmaya devam ediyordu. Bazı
arkeologlar yeni bulgular ışığında ilk üretim faaliyetlerinden önce sosyal etkiler
ve aklın evrilmesiyle insanların kendi inanç sistemlerini yarattıkları
görüşündeydiler. Onları bunu düşündürmeye iten neden ani bir değişimle birden
çok yerleşmede ortaya çıkan sembolik öğelerdeki artıştı. Bunlar İslamiyet’in algımızda
değersizleştirdiği, binlerce yıl sonra Muhammed’in Kabe’ye girer girmez kıracağı
putlardan başkası değildi.
Bundan 18 yıl önce kazılmaya başlayan, şimdilerde çok
moda olan Urfa yakınlarındaki Göbekli Tepe kazıları çoğu arkeoloğun fikrini
değiştirecek türden inanılmaz buluntularla Neolitik Devrim’in hikayesinin
yeniden yazılması gerektiğini gösteriyordu. İnsanlık tarihinin ilk devrimi
Tarım Devrimi değil aksine Sembollerin Devrimi’ydi. Bir başka deyişle insanları
yerleşik yaşam pratiklerine iten neden inançtan başkası değildi. Farklı avcı
toplayıcı gruplar yüzlerce kilometre uzaktan belli zamanlarında buraya gelip,
inşası yıllarca sürecek olan tapınakları kolektif bir faaliyetle inşa
ediyorlardı. Her tapınağın görkemli taş stelleri farklı avcı toplayıcı grupların
ve her birinin yaban dünyalarını ifade eden hayvan kabartmalarıyla bezeniyordu.
Bu pratiği yüzlerce yıl sürdürdüler, bir araya geldiler, kaynaştılar, bilgi ve
teknoloji alış-verişi yaptılar, çoğaldılar ve bölgedeki ilk Neolitik köyleri
kurdular. Tarım yapmaya ve hayvanları
evcilleştirmeye başladılar. Geçmişte kurulan bu hukuk binlerce yıl bölgede
sürdü. Artan ürünle güçlenenler toplumsal stresi dengeleyici bir unsur olarak
dini kullandılar, topluluklar ekonomi ve dini bütünsel bir ideolojiye
dönüştüren seçkinlerle,
ilkel bir tür feodaliteyle tanıştı. Seçkinler kendi aralarında anlaşıp geniş
bir coğrafyada uyulması gereken kuralları yarattılar, böylece insanlık tarihi
günümüzün en önemli kavramlarından bir başkası olan ideolojiyle tanıştı. Hikayenin
başında kendi yabanıl dünyalarını resmederek, kimliklerinin altını çizen avcı
toplayıcı göçer topluluklar evcilleştikçe tek tip bir yaşam biçimine zorlandılar. İnanç ve ekonomi ortaklığıyla
kurulan ideoloji, toplulukların trendlerini yok ederek onları asimile etmeye
başladı...
Şimdi gelin bir de şöyle bakalım: ister Kürt, Türk, Laz,
Gürcü, Ermeni, Yahudi olsun Türkiye’de genel eğilim sağ muhafazakarlık üzerinde
salınır, bazen sol görünümlü sağa, bazen merkez sağa. Yani, Öcalan’ın İslam
vurgusu genel eğilime ters bir kavram değil. Demirtaş da bunun farkında
olduğundan “Türklerle Kürtlerin ilk kez Cihangir’de mi karşılaştığını
düşünüyorlar?” diyor. BDP giderek merkeze dümen kırıyor. Kürt hareketinin
selameti için bunu yapmaya bir anlamda mecburlar da. Ancak inanç eksenli bir
siyaset sürdüren iktidar partisi sadece Kürtlere değil hemen her kesime “dindar
nesiller yaratma motivasyonuyla” asimilasyon politikaları uygularken İslam
bayrağı vurgusu en çok da bu yüzden rahatsızlık veriyor olmalı, vermeli.