Basın Yanığı
Basın Yanığı (25 Temmuz 2013, BirGün)
25 Temmuz 1908 sabahı Osmanlı toprakları yeni bir sabaha
uyanmıştı. II. Meşrutiyet gazetelerin ilk defa kontrolden geçirilmeksizin
basılması imkanını getirmişti. Halk bundan böyle sansürlenmeksizin doğru habere
ulaşabilecekti. Makedonya’dan yayılan isyanın 40. gününü tamamladığında 24
Temmuz 1908’de Padişah II. Meşrutiyet’i ilan etmek zorunda kaldı. Böylece
1876’da yürürlüğe giren sansür yasası kaldırılmış oldu. Ertesi gün yayınlanan
gazeteler büyük ilgi görmüş, aynı ay içinde satışları üç dört misli artan
200’den fazla yeni gazete kurulmuştu. Halk otoriterin dilinden değil
gazetecinin özgür iradesinden çıkan haberlerin peşindeydi.
Kulağa, vicdana ve akla oldukça tuhaf geliyor fakat 105
yıl sonra gazeteler mürekkep değil sansürle basılıyor. Sadece sansür olsa iyi,
dezenformasyon sansürden çok daha tehlikeli bir iktidar silahı haline geldi.
Yandaş medya safların giderek sıklaştığı yeni dezenformasyon düzeni uzunca bir
süredir tıkır tıkır işliyor, yedi ayrı gazete aynı gün, aynı manşeti atabiliyor.
Ahmet Şık’ın gözaltına alınırken sarf ettiği “dokunan
yanar” sözlerini hatırlayalım; Ahmet’in bu sözleri bazıları için anlık,
abartılı bir tepki olarak görülmüştü. Oysa Türkiye’de Basın Yanığı’nın farklı
dereceleri var; en kötüsünden en hafifine, medya bu dokunmalardan gazetecilerin
öldürülmesi, cezaevinde tutulması, işinden edilmesi, itibarsızlaştırılması ya
da kızağa alınmasıyla, çok çekti.
Halen 67 gazeteci cezaevinde, 50’si hakkında verilmiş
para ve hapis cezaları var. Bu rakamlara bakılırsa iktidarın gözü 80
darbecilerinden daha kara. Sadece Gezi sonrasında 72 gazeteci ve televizyoncu
işinden kovuldu ya da istifaya zorlandı. Nedeni başbakanın kemirgen ilan ettiği
protestoculara destek vermek, hükümetin tutumunu eleştirmek, Gezi’ye gitmek,
sosyal medyadan kişisel görüşlerini paylaşmak. Bir de Gezi sürecinde ShowTv ve
Akşam’a el koyan, ilk icraat olarak 20’nin üzerinde çalışanı işten çıkartarak
kadrolarını iktidar aygıtı kalemlerle dolduran, asli görevi iktisadi olan ama
yandaş medya organı kurmak için durumdan vazife çıkaran TMSF gerçeği var.
Dahası bu iki mecranın geçtiğimiz günlerde 3. Havalimanı ihalesini alan
ortaklığa satılması durumun ne derece vahim olduğunun bir başka göstergesi.
Bir de bu süreçte ödüllendirilen, Tayyip Liyakat nişanını
gururla göğüslerinde taşıyan, onun için ölmeye bile hazır, el öpüp secdeye
yatanlar var. Sadece taze danışmanı değil, epeydir gazete köşelerine yerleştirilen,
yayın yönetmeni yapılan, Suriye başta olmak üzere dış politika, iç politika,
siyaset sosyolojisi ve benzeri hususlarda bilirkişilik mertebesine oturtulan
stajyer gazeteciden, atanamayan entelektüelden halliceler var. Sorsanız her
biri mesleklerinin erbabı. Onlar ceplerini dolduradursun, eksikleri varsa hesap
numaralarını versinler üç beş de biz yardım edelim.
Doğruyla yanlışın yer değiştirdiği ileri medya düzenini
CHP’nin “Tutuklu Gazeteciler Raporu”ndan okumak mümkün. Rapor, her bir
gazetecinin hangi bahanelerle cezaevlerinde alakonduğunu, gazetecilik
görevlerini yapanların nasıl devlet düşmanı ilan edildiğini detaylı olarak
anlatıyor. Şimdi AKP’den medya ilerleme raporu bekliyoruz. Sektör AKP iktidarı
sırasında sermayesini ne kadar genişletti, kaç medya mensubu kazandı, bunlardan
kaçı gazeteciliğin kenarından geçemeyecekken en etkili köşelere yerleştirildi?
Bu başarı öyküsünü bilmek hepimizin hakkı değil mi? "Düne nazaran
basınımız daha iyi bir noktada” diyen Egemen Bağış’a göre tarafsız ve ilkeli
haber ulaştıran haber kurumları sayesinde Türkiye daha aydınlık ve daha şeffaf
yarınlara doğru, emin adımlara ilerliyor.
Elbette medyanın çürük yapısı AKP dönemine özgü değil.
Bankacılık, baraj inşaatı, liman işletmeleri, telekomünikasyon ortaklıkları her
daim medya yapıları içinde olmuştur. Devlet de çeşitli imtiyazlar tanıyarak
medyayı iktidarın ağına düşürür. Vakti geldiğinde iktidarın şantaj ve
baskılarına boyun eğecekleri bir bu düzen medya patronlarının bitmeyen aç
gözlülüğüyle sürer gider.
AKP iktidarı çoktandır devletin esareti altında ezilen
medyanın artık yeni ve bağımsız bir yapılanma içine girmesini zaruri kılmıştır.
Bağımsız kalabilmeyi başaracak, orta ve küçük ölçekli internet siteleri,
bloglar, gazete ve dergilerin kurulması, sayıların artması son derece önemli.
Bu kadar işsiz gazeteci evlerinde turşu kurmayacağına göre, hızla bir araya
gelip, tüm varlıklarını ortaya AKP’yle mücadele adına değil, dibe vurmanın
avantajıyla meslek onurları için mücadeleye, halkı doğrulara ilişkin
bilgilendirmeye devam etmelidirler.